Günümüz Kazak Öyküsü
Stalin’in tam bir dikta yönetimi uyguladığı otuzlu yıllarda edebiyatın çehresi de tamamen değişmiştir. Yönetim için tehlike oluşturduğu veya oluşturacağı düşünülen, içinde şair ve yazarların da bulunduğu binlerce aydın değişik bahanelerle ya sürgün edilmiş ya da öldürülmüş, dolayısıyla otuzlu yıllar Kazak edebiyatı için umumi anlamda verimsiz geçmiştir. 1932 yılından sonra artık iktisat gibi sanat ve edebiyat da devlet tarafından planlanmaya başlamıştır. Sözgelimi bir yazarın bir yıl içinde hangi konuda kaç eser kaleme alacağı “merkez” tarafından tespit ve takip edilir olmuştur. Bunun sonucu olarak İkinci Dünya Savaşı’na kadar millî ve dinî değerleri “eski ve gerici” diyerek itibarsızlaştıran, sosyalizm ile komünizmin güzelliklerini ve erdemlerini anlatan eserler; 1940-1950 yılları arasında ise Sovyet-Alman Savaşı’nı konu alan eserler kaleme alınmıştır. Bunların büyük kısmının propagandacı eserler olduğu aşikârdır.1950-1960 yılları arasında “savaş ve zafer” izleğine koşut olarak “bakir topraklar” izleği de devreye girmiştir.
Altmışlı yıllarda edebiyatta daha millî ve daha bedii olana bir yöneliş başlamıştır. Bu güçlü akım sadece edebiyatta değil bütün sanat dallarında kendisini göstermiş ve her şeye rağmen millî ruhun canlanmasına önayak olmuştur.
Gorbaçov’dan sonra bütün alanlarda olduğu gibi edebiyatta da bocalama dönemi başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise özellikle “plana göre” yazmaya alışmış yazarlar ne yazacaklarını bilemez olmuşlardır. Ancak bazı yazarlar yeni döneme ayak uydurmayı başarmışlar ve özgün eserler yazmaya devam etmişlerdir. İstiklalin ilk yıllarında yaşanan içtimai ve iktisadi çöküntü sanat ve edebiyatı da derinden etkilemiştir. Doksanlı yılların sonuna doğru siyasi ve iktisadi istikrar sağlandıktan sonra sanat ve edebiyat da canlanmaya başlamıştır. Bağımsızlık sonrası edebiyatında eski yazarların yanı sıra “yeni devri” işleyen “yeni simalar” da ortaya çıkmıştır.